Serenay Sasa
Dünya Sağlık Örgütü’ne göre dünyadaki yetişkin nüfusun %5’i depresyonla mücadele ediyor. Depresyon, mütemadi mutsuzluk hissi ve bireyin önceden zevk aldığı aktivitelerden keyif almaması olarak kendini gösterirken kişinin uyku ve beslenme düzenini de etkiliyor. Uzmanlara göre depresyon, kalp damar hastalıklarından sonra en yaygın görülen ikinci hastalık olacak (Kaya, 2007).
Avrupa Komisyonu’na bağlı bir istatistik kurumu olan Eurostat’ın 2019’da gerçekleştirdiği araştırmaya göre Avrupa’da kronik depresyon yaygınlık oranı %7,2 olarak gerçekleşti. Araştırma örneklemine dahil olan ülkeler arasında kronik depresyonun en yaygın olduğu ülke %15,6 ile İzlanda. Öte yandan Avrupa Birliği ülkeleri arasında bu oranın en yüksek seviyede olduğu ülke ise Portekiz (%12,2). İsveç (%11,7) ve Almanya’da (%11,6) da kronik depresyonun görülme oranı AB ortalamasının üzerinde. Güneye indikçe depresyon oranı AB ortalamasının altına düşüyor. İtalya ve İspanya’da kronik depresyonun yaygınlık oranı %6 civarında. Öte yandan Türkiye’de kronik depresyonun yaygınlık oranı %9.
Depresyona Toplumcu Çerçeveden Bir Bakış
Hangi etkenler depresyonun ortaya çıkmasını kolaylaştırıyor? Bireyler neden depresyona giriyorlar? Depresyonun artışı ve etkilerini anlamak için öncelikle depresyonun biyolojik, sosyolojik ve psikolojik pek çok temelleri olduğunun altını çizmek gerek. Bu yazının bir amacı da depresyona toplumcu çerçeveden yaklaşarak depresyonun yalnızca bireysel bir ruhsal bozukluk olmadığını vurgulamak.
Araştırmalar sosyo-ekonomik statünün depresyonun ortaya çıkmasında etkili olan bağımsız bir değişken olduğunu ortaya koyuyor. Gelir ve eğitim düzeyi arttıkça depresyon riski azalıyor. 2008-2013 yılları arasında ABD’de 24.102 yetişkin üzerinde yapılan bir araştırma depresyonun ortaya çıkmasında etkili olan biyolojik ve toplumsal faktörlerin etkisini vurgular nitelikte. Araştırma sonuçlarına göre sosyo-ekonomik statüsü (eğitim ve gelir düzeyi) düşük olan ve metabolik sendromu olan bireylerde depresyon riski, sosyo-ekonomik statüsü yüksek ve metabolik sendromu olmayan bireylere göre 4 kat daha yüksek. Araştırmaya katılan gelir düzeyi düşük bireylerin %19’u depresif semptomlar gösterirken bu oran gelir düzeyi yüksek katılımcılarda %11’e geriliyor.
Benzer şekilde toplumsal eşitsizlikler ve ekonomik sorunlar da depresyonun ortaya çıkmasında etkili. Brezilya’da yapılan bir araştırma yoksul kent göçmenlerinde ruhsal bozuklukların yaygınlığının daha yüksek olduğunu gösteriyor (Almeido – Filho, et al 2004). Türkiye’de ise doğum sonrası bir yıl içinde depresyon risklerini inceleyen bir araştırma, eşleri işsiz olan ve büyük ekonomik sıkıntılar yaşayan kadınlarda doğum sonrası depresyon riskinin eşleri işsiz olmayan ve ekonomik sıkıntı yaşamayan kadınlara göre çok daha yüksek olduğunu ortaya koyuyor. Aynı şekilde işsizlik, stres seviyesini yükselterek depresyonun ortaya çıkmasını kolaylaştıran nörobiyolojik süreçleri başlatıyor.
Sosyal Medya ve Depresyon: Güncel Tartışmalar
Son dönemde depresyonla ilgili tartışmalar sosyal medya kullanımının etkisini merkeze alıyor. Araştırmalara göre sosyal medya kullanım şekli ile depresyon arasında bir ilişki mevcut. ABD’de 19-32 yaş aralığında 1787 kişi üzerinde yapılan araştırma sosyal medya platformlarında pasif olarak geçirilen süre ile depresyon arasında bir bağlantı olduğunu gösteriyor (Lin, et al, 2016). Çalışma, gün içinde sosyal medya platformlarında en fazla vakit geçiren katılımcılarda depresyon semptomlarının daha fazla görüldüğünü saptıyor. Fakat bu sonucu pek çok açıdan yorumlamak mümkün.
Depresif semptomlar gösteren katılımcılar, kendilerini değerli hissetmek ve onaylanmak için de sosyal medya platformlarını daha aktif kullanıyor olabilirler. Bu platformların kolay erişilebilir olması, kişinin kontrolündeki bir sosyalleşmeye imkan sağlaması depresif semptomlar gösteren bireyin yüz yüze görüşme yerine sosyal medyayı tercih etmesini açıklıyor.
Öte yandan bazı araştırmalar, sosyal medya platformlarının depresyonu tetiklediğini savunuyor. Bu görüşe göre, bu platformların pasif olarak kullanılması, kişinin yalnızlık hissini arttırıyor. Bununla beraber, sosyal medyada idealize edilen hayat tarzı ve görünüşler kişide kıskançlık hissi yaratıyor ve bireylerin hayat tatminini azaltıyor. Sosyal medyada geçirilen zamanın “boşa harcanmış zaman” olarak görülmesi de bu platformlarda çok zaman geçiren kişilerin duygu durumunu olumsuz yönde etkiliyor.
Kaynaklar:
EUROSTAT (2019), “7.2% of people in the EU suffer from chronic depression”
URL: https://ec.europa.eu/eurostat/en/web/products-eurostat-news/-/edn-20210910-1
Kaya, B. (2007). Depresyon: Sosyo-ekonomik ve kültürel pencereden bakış. Klinik Psikiyatri, 10(6), 11-20. Erişim: 17.06.2022
URL: https://jag.journalagent.com/kpd/pdfs/KPD_10_100_11_20.pdf
Lin, L. Y., Sidani, J. E., Shensa, A., Radovic, A., Miller, E., Colditz, J. B., … & Primack, B. A. (2016). Association between social media use and depression among US young adults. Depression and anxiety, 33(4), 323-331.
URL: https://onlinelibrary.wiley.com/doi/abs/10.1002/da.22466