Kaan Eroğuz
Dünya, yirminci yüzyılın son dönemecine liberal demokrasinin geleceği açısından büyük umutlarla girmişti. 1989 yılında Berlin Duvarı’nın yıkılması, 1991 yılında SSCB’nin dağılması veya İspanya, Portekiz ve Yunanistan gibi Güney Avrupa ülkelerindeki askeri diktatörlüklerin çökmesi gibi kimi gelişmeler, Samuel Huntington tarafından ifade edildiği şekliyle “üçüncü dalga demokrasilerin” oluşmasına ve liberal demokrasinin “nihai” zaferinin ilan edilerek “tarihin sonu” ifadelerinin geniş çapta kabul görmesine yol açmıştı. Ancak tarih durmadı. İnsanlığın özgürlük ve hak mücadelesi tarihin durdurulmaz akışı içerisinde devam ediyor. Hem de geçtiğimiz yüzyılın sonuna göre çok daha büyük krizler ve zorluklarla birlikte…
Demokrasilerin geleceğine dair Huntington’ın geçtiğimiz yüzyılın son dönemecinde ifade ettiği “üçüncü dalga demokrasilerin” yarattığı iyimser havanın, yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğinde yerini bir tür “geri çekiliş” sürecine bırakması günümüzün uluslararası basınında en çok tartışılan konularından bir tanesi. Demokratik kurumsallaşması veya demokrasi geçmişi köklü olmayan ülkeler bir yana liberal demokrasinin her zaman “örnek ülkesi” olarak gösterilen ABD’de dahi demokratik gerileyiş (democratic backsliding) özelliklerinin görülmesi, özellikle 2016 yılında Donald Trump’ın ABD Başkanı seçilmesi ile birlikte uluslararası gündemi meşgul etmişti. ABD ile birlikte Fransa, Almanya, Birleşik Krallık gibi ülkelerde de otoriter lider merkezli partilerin yükselişe geçmesi, Polonya ve Macaristan gibi kimi Doğu Avrupa ülkelerinde ise bu partilerin olağan seçimlerle iktidara gelmesi “liberal demokrasinin geleceğine” dair endişelerin artmasına yol açtı. Öyle ki, dünyanın en çok takip edilen dergilerinden biri olan The Economist dergisi “Küresel Demokrasi Kötü Bir Yıl Geçirdi” başlığıyla karşıladığı 2021 yılının ardından 2022 yılını “Küresel Demokrasi İçin Yeni Bir Dip” kapağıyla karşılayarak demokrasinin kırılganlığının sürdüğünü okuyucularına duyurdu.
Ülkelerin demokrasi endekslerini sınıflandıran ve belirli aralıklarla bu verileri kamusal alanda paylaşan V-Dem araştırma enstitüsü yayınladığı son raporda ülkelerin demokrasi sıralamalarını ortaya koydu. 179 ülkenin demokrasi indekslerinin yer aldığı ayrıntılı çalışmada liberal demokratik değerlerin en güçlü olduğu ülkelerin başında İsveç geliyor. İsveç’i sırayla Danimarka, Norveç gibi İskandinav ülkeleri takip ediyor. Trump sonrası Başkanlık koltuğuna oturan Biden ABD’sinin ise demokratik gerileyişi devam ediyor. V-Dem’in son yayınlanan raporunda ABD’nin değer kaybederek 29. sıraya kadar gerilediği görülüyor.
Özellikle 2010’lu yıllara kadar V-Dem başta olmak üzere birçok uluslararası araştırma kurumu tarafından yükselen demokrasiler arasında sayılan ve otoriter nitelikli ülkelere örnek gösterilen Türkiye ise 2022 yılı itibariyle 179 ülke arasında 147. sıraya düşmüş durumda. Özellikle 2017 yılında referandumile kabul edilen “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”nin Türkiye’nin uluslararası alanda demokratik kriterleri karşılama endeksinin düşmesinde rol oynadığı kabul ediliyor. V-Dem’in “Liberal Demokrasiler”, “Seçimsel Demokrasiler”, “Seçimsel Otokrasiler” ve “Kapalı Otokrasiler” olmak üzere dört temel kategoriye ayırdığı başlıklar altında Türkiye, seçimsel otokrasiler kategorisi içerisinde yer alıyor. Mali, Ruanda ve Bangladeş gibi ülkelerin demokrasi endeksinin Türkiye’nin üzerinde olması ülke demokrasimizin geldiği aşamayı uluslararası alanda ortaya koyması açısından oldukça trajik.
Akademik literatürde “rekabetçi otoriter sistemler” olarak tanımlanan seçimsel otokrasilerin en önemli özellikleri; demokratik kurumların ve seçimlerin gerçekleşmesiyle birlikte “iktidar partisinin, demokratik oyunun kurallarını muhalif aktörlerin aleyhine olacak şekilde yeniden kurma ve yönetme erkine sahip olması” olarak gösteriyor. Seçimsel otokrasilerde muhalefet partilerinin seçimlere katılma, kendi programını ve iddialarını kamusal alanda duyurma kanalları bulunmasına rağmen muhalefet bu imkanlarını iktidar partisiyle eşit koşullarda kullanamıyor. Yazılı ve görsel medyanın tamamen olmasa bile büyük bölümünün iktidar partisine yakın kişi veya kurumların etkisi altında olması, muhalefet aktörlerinin kendisini seçmene duyuracak kanalların daralması, seçim sisteminin veya siyasal parti kanununa dönük yasal düzenlemelerin iktidar partisi lehine devamlı değişmesi gibi uygulamalar seçimsel otokrasilerin özelliklerinden.
Dünyanın gelişmiş demokrasilerinde de karşımıza çıkan bu tür uygulamalar yaşanan ekonomik ve çevresel krizlere karşı halkın popülist lider ve partilere yakınlık duymasına ve demokrasinin geleceğini daha fazla tehdit eden gelişmelerin yaşanmasına yol açıyor. Günümüzün ekonomik ve politik koşulları, birçok siyaset bilimci tarafından iki dünya savaşı arasında faşizmin yükseliş koşullarına benzetilirken faşizmin güncelliğini de tartışmaya açıyor. Türkiye ise demokratik gerileyiş ve neo-faşizm tehdidinin en yoğun yaşandığı ülkeler arasında yer almasına ve askeri darbeler nedeniyle yaşanan demokratik kesintilere rağmen yüzyıllık bir demokrasi ve yaklaşık yüz elli yıllık anayasal bir yönetim deneyimine sahip.
KAYNAKÇA
- Finchelstein, F. (2019). Faşizmden popülizme. A. Karatay, Çev.) İstanbul: İletişim.
- Fukuyama, F., & Dicleli, Z. (2011). Tarihin sonu ve son insan. Profil Yayıncılık.
- Huntington, S. P. (1993). The third wave: Democratization in the late twentieth century (Vol. 4). University of Oklahoma Press.
- Levitsky, S., & Way, L. A. (2010). Competitive authoritarianism: Hybrid regimes after the Cold War. Cambridge University Press.
- The Economist, “Global Democracy Has a Very Bad Year”
https://www.economist.com/graphic-detail/2021/02/02/global-democracy-has-a-very-bad-year
- The Economist, “A new Low for Global Democracy”
https://www.economist.com/graphic-detail/2022/02/09/a-new-low-for-global-democracy
- V-Dem, “Democracy Report 2022, Autocratization Changing Nature?”